Ben Şehnaz

ne güzel şeydi soba…

10 Mayıs 2010
Siz sobanın yanındaki mavi leğende yıkandığınızı hatırlıyor musunuz? Hani çok küçüktünüz ve banyo çok soğuktu. Hatırlıyor musunuz annenizin “Hasta olursun!” telaşlarını?

İki odası salona açılan üç odalı evlerin şenliğiydi soba… Ne güzeldi! Sobalar salonda olurdu genelde. Dışarıdan biri gelse, doğru sobanın yanına giderdi. Elleri hemen sobanın üstüne uzanırdı. Dışarının soğuğu dışarıda kalırdı…

Ne güzel şeydi soba…

Yıkanan çamaşırlar hemen sobanın üzerindeki tellere asılır, artanlarsa sobaya en yakın olan koltuğa serilirdi. Odayı nem kaplardı ve yıkanan çamaşırlardan yayılan beyaz sabun kokusu moral verirdi…

Ne güzel şeydi soba…

Üzerinden hiç eksilmeyen su güğümüyle, çizilen kestanenin cızırtısıyla, tuzlanan mantarın kokusuyla ve hatta külünde barınan patatesiyle… Kış akşamları sohbetlerle ısınan odaya zevk katardı….

Ne güzel şeydi soba…

Her ne kadar sadece bulunduğu odayı ısıtsa da, kışları odalarımızdaki yataklardan çıkartıp kendi etrafındaki yer döşeklerinde uyutsa da çok güzel şeydi…

Şimdi çoğumuzun evinde kalorifer var. Cildimizi kurutuyor diye şikayet ediyoruz. Tabi üzerine su güğümü koyamıyor, ortamdaki nemi dengeleyemiyoruz. Artık kestane, mantar, patates koyup zevkine varamıyoruz akşam vakitleri… Yaylı yataklardan kurtulmayı, yer döşeğinin rahatlığını unutuyoruz yavaş yavaş… Döşeklerimizi dolaplarımızın en üst köşelerine kaldırıyoruz, belki de hiç indirmemek üzere…

Teknolojiye ve rahatlığa teslim olurken şimdi, bir ayağımız hep geride kalıyor. Çünkü geçmişte kalan gizemli güzellikleri özlüyoruz…

Bir yanımız hep çocuk kalıyor sanki…

Ben de herkes gibi teslim oldum teknolojiye… Sırtımı verip kalorifere, oturuyorum saatlerce…

Karı izlemek istiyorum saatlerce… Geceleri karı izlemek bambaşka bir güzellik bana göre. Simsiyah geceye yağan, binlerce bembeyaz tane…

Son yıllarda yağan onca kara rağmen bütün gün bir tek çocuk bile görmedim karla savaşan… Cadde üstündeki bir apartmanın neresine kardan adam yapabilirler ki?

Şimdiki çocuklar bizim kadar şanslı değiller galiba… Ağaca tırmanmayı bilmeyen o kadar çok çocuk var ki…

Eskiden ilik oynardık biz. Gazoz kapakları toplar, onları sayar ve kaldırıma dizerdik. Sonra kapakları tek tek ters çevirmeye çalışırdık. Çevirdiğimiz kapak bizim olurdu. En az kapak toplayan ütülürdü. Çocukça duyulan en güzel gururdu…:)

Elvan gazozları vardı o zaman. ”On yüz baloncuk yuttum” derdi televizyondaki kız. Ama şimdi ne üten var ne ütülen… Ne de o Elvan gazozları… Şimdi insanlar güzel restoranlarda yemek yiyip, rahatlamak için maden suyu içiyorlar. Zaten şişeler de pek kullanılmaz oldu. Kutu kolaların açma halkaları ortaya çıkınca gazoz kapakları unutuldu…

Geçmişin lastik toplarının yerini bilgisayar oyunları aldı. Gece yarılarına kadar oynanan sokak saklambaçları gitti ve yerine televizyondaki diziler geldi.

Bugünün çocukları bilmiyor ilik oynamayı. Futbol kartı toplamayı, toprağa misket çukuru açmayı, çamurdan pasta yapmanın verdiği zevki bilmiyor bugünün çocukları…

Ama geçmişi bilenler yarına taşımalı bunları… Gazoz kapağı bulamasalar da maden suyu kapaklarını biriktirip ilik oynamayı öğretmeliler çocuklarına! “Taşları üst üste dizip vurmaya çalışırsın topla! Biz böyle oynardık çocukluğumuzda…” diyerek anlatmalılar dokuz taşı… Sormalılar insanlara: “Siz sobalı evlerde büyüyen bir çocukluğa mı sahipsiniz?” diye…

Ne kadar ilerlesek de, bir ayağımız hep kalsın bir adım geride…

Benzer Yazılar

Yorum Yok

Yorum Bırakın