Okunduğunda sizi hayretler içinde bırakan bir kitap Kürk Mantolu Madonna… Adını çokça duyduğum ama ismimin ben de bambaşka şeyler bıraktığı bu kitabı okuduğumda ne kadar büyük bir yanılgıda olduğumu gördüm.
Sabahattin Ali’nin hiçbir şeyi abartmadan, aksine bambaşka bir sadelikteki anlatımına hayran kalacaksınız. Sanki bunları size bir yazar değil de bir dostunuz, bir arkadaşınız anlatıyormuş gibi… Sizi bir şeye inandırma ihtiyacı duymadan, bütün doğallığıyla bir hikayenin içine alıyor. Kendi kendinize sürekli “Lütfen bitmesin, lütfen…” diyor, bitişini geciktirmek istiyor ama ne yazık ki kitabı elinizden bırakamıyorsunuz.
Bana 1 günden fazla sürede okunması imkansızmış gibi gelen bu kitap size geçmişi düşündürüyor.. Hayır kendi geçmişinizi değil. Babanızın da Raif Efendi gibi eskiden umulmadık şeyler yaşamış bir adam olabiliceğini hissediyorsunuz… Sanki onun defterleri, bir dost tarafından son anda yanmaktan kurtarılamamış gibi…
Her zamanki gibi altı çizili cümlelerimiz burada…
İyi okumalar…
…
Sf. 11 – Dibinde bir ejderhanın yaşadığı bilinen bir kuyuya inecek bir kahraman bulmak, muhakkak ki, dibinde ne olduğu hiç bilinmeyen bir kuyuya inmek cesaretini gösterecek bir insan bulmaktan daha kolaydır.
Sf. 12 – İnsanlara ne kadar çok muhtaç olursam onlardan kaçmak ihtiyacım da o kadar artıyordu.
Sf. 32 – İnsanlar birbirlerini tanımanın ne kadar güç güç olduğunu bildikleri için bu zahmetli işe teşebbüs etmektense, körler gibi rastgele dolaşmayı ve ancak çarpıştıkça birbirlerinin mevcudiyetinden haberdar olmayı tercih ediyorlar.
Sf. 37 – Dünyanın en basit, en zavallı, hatta en ahmak adamı bile, insanı hayretten hayrete düşürecek ne müthiş ve karışık bir ruha maliktir!.. Niçin bunu anlamaktan bu kadar kaçıyor ve insan dedikleri mahluku anlaşılması ve hakkında hüküm verilmesi en kolay şeylerden biri zannediyoruz? Niçin ilk defa gördüğümüz bir peynirin evsafı hakkında söz söylemekten kaçtığımız halde ilk rast geldiğimiz insan hakkında son kararımızı verip gönül rahatlığıyla öteye geçiveriyoruz?
Sf. 46 – Söylemek, bir şeyler, birçok şeyler anlatmak istiyorum… Kime?.. Şu koskocaman dünyada benim kadar yapayalnız dolaşan bir insan daha var mı acaba? Kime, ne anlatabilirim?
Sf. 51 – Hayatta hiçbir zaman kafamızdaki kadar harikulade şeyler olmayacağını henüz idrak etmemiştim.
Sf. 67 – Ben gene eskisi gibi dünyadan uzak ve daima tasavvurlarımın ve iç dünyamın bir oyuncağıydım.
Sf. 73 – Zaten küçüklüğümden beri saadeti israf etmekten korkar, bir kısmını ilerisi için saklamak isterdim…
Sf. 87 – Köprünün kenarına yaslanarak hareketsiz sulara baktım. Yeni başlayan hafif bir yağmur suyun tüylerini diken diken ediyordu.
Sf. 94 – Beni kemiren sadece büyük bir yalnızlık hissiydi ve gene bu yalnızlığın tesiriyle, bana yakın olduğunu anladığım bir insana karşı birçok noktalarda kendimi aldatmaya hazırdım.
Sf. 108 – Bütün isteklerimin en son gayesi belki de ona tamamen, hiç noksansız, bütün maddi ve manevi varlığıyla sahip olmaktı, fakat elde edebildiğimi de kaybetmek korkusuyla, bu gayeye gözlerimi çevirmekten çekiniyor, seyretmekte olduğu ve yakalamak istediği harikulade güzel bir kuşu küçük bir hareketiyle kaçıracağından korkan bir insan gibi atıl kalıyordum.
Sf. 122 – Bir kadının bize her şeyini verdiğini zannettiğimiz anda onun hakikatte bize hiçbir şey vermiş olmadığını görmek, bize en yakın olduğunu sandığımız sırada bizden, bütün mesafelerin ötesindeymiş kadar uzak bulunduğunu kabule mecbur olmak acı bir şey.
Sf. 124 – Muhakkak ki dünyanın en lüzumsuz adamıydım. Hayat beni kaybetmekle hiçbir şey ziyan etmeyecekti. Hiç kimsenin benden bir şey beklediği ve benim hiç kimseden bir şey beklediğim yoktu.
Sf. 128 – Bu akşam anladım ki, bir insan diğer bir insana bazen hayata bağlandığından çok daha kuvvetli bağlarla sarılabilirmiş.
Sf. 138 – Bizim mantığımızla hayatın mantığı asla birbirine uymuyordu. Bir kadın, trenin penceresinden dışarı bakabilir, bu sırada gözüne bir kömür parçası kaçar, o ehemmiyet vermeden bunu ovuşturur ve bu minimini hadise dünyanın en güzel gözlerinden birini kör edebilirdi. Yahut bir kiremit, hafif bir rüzgarla yerinden oynayarak, devrin gıpta ettiği bir kafayı parçalayabilirdi. Göz mü mühim kömür parçası mı, kiremit mi mühim kafa mı, diye düşünmek nasıl aklımıza gelmiyorsa ve bütün bunları nasıl hiç mütalaa yürütmeden kabule mecbursak, hayatın daha başka türlü birçok cilvelerine de aynı tevekkülle katlanmaya mecburduk.
Sf. 159 – Hayat ancak bir kere oynanan bir kumardır, ben onu kaybettim. İkinci defa oynayamam…
YKY, 38. Baskı, Mayıs 2010, İstanbul
Yorum Yok